Ziya Gökalp

(23 Mart 1876 – 25 Ekim 1924)

Ünlü fikir adamı ve şairlerimizden olan Ziya Gökalp, 23 Mart 1876’da, Diyarbakır’da dünyaya geldi. Asıl ismi, Mehmet Ziya’ydı. Babası yerel gazetede memur olarak çalışıyordu.

Ziya Gökalp, eğitimine Diyarbakır’da başladı. Aynı şehirde 1890’da Askeri Rüştiye’yi ve 1894’te de, Askeri İdadi’yi bitirdi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Fakat kafasına sıktığı kurşun kafatasında kaldı.

1895’te, İstanbul’a gitmesinin ardından, Veterinerlik Fakültesi’ne kaydını yaptıran Gökalp, burada öğrenim görmesi esnasında, İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile tanıştı.
Jön Türklerden etkilenen ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılan ve Diyarbakır Valisi Halit Bey’in yolsuzluklarına karşı mücadeleye girişen Ziya Gökalp, 1898?de arkadaşlarıyla birlikte muhalif eylemleri nedeniyle tutuklanarak, bir sene boyunca cezaevinde yattı.
Serbest bırakılmasının ardından, “Zaptiye Nezareti altında bulundurulmak üzere”, Diyarbakır’a sürgüne gönderilen Gökalp, 1908’e kadar, Diyarbakır’da bir süre memurluk yaptı. Bu dönemde, siyaset, felsefe ve tarih üstüne incelemeler yaparken, hükümet aleyhine, bazı gizli faaliyetlere de katılan Gökalp, bölgede güvenliği sağlamak için organize edilen, Hamidiye alaylarının başındaki Milli aşiret reisi İbrahim Paşa’nın adının karıştığı soygun ve baskın olayları karşısında halkı birlik olmaya çağırdı.
1905’te, halk üç gün süreyle, telgrafhaneyi işgal ederek, İbrahim Paşa ve adamlarının cezalandırılması için saraya telgraflar çekti.
Avrupa ve Asya ülkeleri arasında önemli bir bağlantı noktası olan, telgrafhanenin basılması, olayın daha da büyümesine yol açtı ve yabancı ülkeler saraya baskı yapmaya başladı. Bu durum, İstanbul’dan Diyarbakır’a konuyu araştırmak üzere bir soruşturma kurulu gönderilmesi sağladı.
Gelen inceleme kurulu sayesinde, Hamidiye alaylarının bir süre yolsuzluklara son vermesi sağlandıysa da, kısa sürede yeni olaylar yaşanınca, Ziya Gökalp ve arkadaşlarının liderliğindeki halk, tekrar telgrafhaneyi ele geçirdi.
Bu sefer, 11 gün süren bu ikinci işgal halkın kesin zaferiyle sonuçlandı ve neticede, 1907’de, hükümet, İbrahim Paşa ve alaylarını bölgeden uzaklaştırmak zorunda kaldı. Daha sonra bu olay, Gökalp’in ilk eseri olan, Şaki İbrahim Destanı’na konu oldu.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Ziya Gökalp’ın kurduğu gizli cemiyetin yerini, İttihat ve Terakki Cemiyeti aldı. Cemiyetin Diyarbakır temsilcisi olan, daha sonra da, Peyman Gazetesi’ni çıkaran Gökalp, 1909’da, Selanik’te toplanan, İttihat ve Terakki Kongresi’ne, il temsilcisi olarak katıldı.
Kongreden bir sene sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçilen ve 1910’da kurulmasında liderlik yaptığı İttihat Terakki İdadisi’nde, sosyoloji dersleri veren Ziya Gökalp, bu sırada, Yeni Lisan makaleleriyle, dil hakkındaki fikirleri içeren Genç Kalemler Dergisi?nin kadrosuna girerek, dergide yayınlanan, Türkçülük ve Türk Dili ile ilgili makale ve şiirleriyle, büyük ilgi uyandırdı. Gökalp, Yeni Felsefe, Rumeli gibi dergi ve gazetelerde de bu konularda çeşitli yazılar kaleme aldı.
İttihat ve Terakki genel merkezi İstanbul’a taşınınca, Gökalp da İstanbul’a yerleşti.
1912’de, Ergani, Maden’den, Meclis-i Mebusan’a seçildi. İstanbul’a geri dönen ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer alan Gökalp, derneğe ait, Türk Yurdu, Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua gibi yayın organlarında yazılarına devam ederken, Darülfünun-u Osmani’de de sosyoloji dersleri verdi.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı yenilgisinin ardından tüm yetkilerine el konan Gökalp, 1919’da, İngilizler tarafından Malta Adası’na sürgüne gönderildi ve 1921’e kadar burada kaldı.
İki yıllık sürgün döneminden sonra, Diyarbakır’a geri dönen ve Küçük Mecmua’yı çıkaran Gökalp, 1923’te, Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na tayin edilerek, Ankara’ya gitti. Aynı yıl, İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Diyarbakır temsilcisi olarak giren Ziya Gökalp’in, Hakimiyeti Milliye, Yeni Gün, Cumhuriyet Gazetesi’nde makaleleri çıkıyordu.
Kızıl Elma, Yeni Hayat ve Altın Işık adlarında üç kitapta, masal ve şiirlerini toplayan Gökalp’in, “ Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak”, Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin programını değerlendirdiği Doğru Yol gibi eserleri de bulunur.
Ölümünden sonra, 1926’da, Türk Medeniyet Tarihi ve Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı iki eseri daha yayınlandı.
Ziya Gökalp, 25 Ekim 1924’te İstanbul’da öldü. Mezarı Çemberlitaş’taki II. Mahmut Türbesi’nin bahçesindedir. Türbeye yakın kapının tam karşısında kalan mezardadır.
Öldüğü Gece Başını Duvarlara Çarpmıştır
Ziya Gökalp Fransız Hastanesi’ne yatırıldığında bitkin bir vaziyetteydi. Yataktan kımıldayamıyordu. Gökalp’in hastalığı ağırlaştıkça asabiliği artıyordu. En ufak bir hadiseye öfkeleniyor, bağırıp çağırıyordu.
Öldüğü gece de başını duvardan duvara çarpmıştı.
Ziya Gökalp’in öldüğü geceyi, Necip Fazıl şu şekilde naklediyor:
“Ziya Gökalp’in Allah’a karşı tavrına ait bir müşahede… Tarihin ve kimsenin bilmediği bir hadise… Benim 40 yıllık hatıram:
Bundan 40 küsur yıl önce, Abdülhak Hamit’in evinde bir hanımefendi ile tanıştım. Bu hanımefendi, ömrü Avrupa’da geçmiş, ne Ziya Gökalp’i tanıyan, ne Türkiye’yi, Türk edebiyatını bilen, züppe, Avrupalılaşmış bir kimse… Kimsenin, kastla, ne lehinde olabilir, ne aleyhinde…
Ben Abdülhak Hamit’e, Ziya Gökalp’in dinsizliğinden bahsederken birden doğruldu ve aynen şunları söyledi :
İstanbul’a gelişlerimden birinde hastalandım ve Fransız Hastanesi’nde yattım. Bitişiğimdeki odandan garip sesler geliyordu. Kim olduğunu, bu sesleri çıkaran hastanın kim ve ne olduğunu sordum. Meşhur Ziya Gökalp dediler. Mebusmuş, profesörmüş… İsmini bile yeni duyuyordum. Öldüğü gece, başını duvarlara çarparak, sabaha kadar, Allah’a en galiz kelimelerle sövdü. O kadar fena oldum ki, bu hal karşısında odamdan çıkıp başka bir yere sığındım. Öğrendiğime göre Allah’a inanmazmış…’
Hem Allah’a inanma, hem ona söv! Duyulmamış görüşmemiş şey…”
Daha önceleri de muhtelif defalar ruhi bunalım geçiren Ziya Gökalp bir defasında intihara teşebbüs etmiş, şakağına tabancayı dayayarak tetiği çekmişti. Kurşun kafasını delip içerde kalmasına rağmen ölmemişti. Öldüğü gece böyle bir krizin tutmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Fransız Hastanesi’nde hayata gözlerini yuman Gökalp aynı hastanenin ölülerinin bekletildiği odasına kaldırılmıştı. Gökalp’in başucuna bir haç konulmuştu. İttihat ve Terakki dönemi ile Cumhuriyet döneminin mütefekkiri olarak bilinen Gökalp’e Hıristiyan muamelesi yapılmaktaydı.

Okumaya devam...  Orhan Hançerlioğlu

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*