
(2 Aralık 1884 – 1 Kasım 1958) Rumelihisarı Mezarlığı
Türk edebiyatının en güçlü şairlerinden olan Yahya Kemal, Üsküp’ün İshakiye Mahallesi’nde büyükannesi Adile Hanım’ın konağında dünyaya geldi. Babası, adliye memurluğu ve bir ara da Üsküp Belediye reisliği yapmış olan Nişli İbrahim Naci Bey’dir. Annesi Divan şiirinin son üstatlarından Leskofçalı Galip Bey’in yeğeni ve İsmail paşazade Dilâver Bey’in kızı Nakiye Hanım’dır.
İbrahim Naci Bey ve Nakiye Hanım’ın Yahya Kemal’den sonra, Reşat isimli ikinci oğulları ve Rukiye isminde bir kızları olmuştu.
Modern bir okul sayılan Mekteb-i Edeb’e başladığı ilk günlerde okumayı öğrenen Yahya Kemal, bir yandan bu okuluna devam ederken, bir yandan da Hüseyin isimli bir laladan ders alıyordu.
Yahya Kemal’in şiire karşı olan büyük ilgisi Üsküp İdadisinde iken başladı. Her geçen gün bu ilgi daha da arttı. Selanik İdadisinde iken “Esrar” mahlasıyla şiirler yazan Yahya Kemal 1902 yılında İstanbul’a gelir. Yahya Kemal, Galatasaray Sultanisi ‘ne kaydolmak istediyse de kayıtlar dolduğu için bu okula giremedi. Lise tahsilini Vefa Lisesi’nde tamamladı.
Cenap Şahabettin’i ve Edebiyat-ı Cedide’nin diğer şairlerini tanımağa başladı. Bu arada Yahya Kemal imzasıyla İrtika ve Malumat dergilerinde Servet-i Fünun tarzında yazdığı manzumeleri de yayımlandı. Bütün bunların yanı sıra Sarıyer’deki akrabasının evinde kaldığı süre içerisinde bir yandan da meşhur müzisyenlerden Kanuni Hacı Arif Bey’in idaresinde icra edilen musiki fasıllarına devam ederek kuvvetli bir milli musiki kültürü aldı.
Musiki fasıllarına devam ederken, Osmanlılık, Müslümanlık ve Türklük düşmanı, aşırı Batıcı Serezli Şekip Bey’in fikirlerinin ve telkinlerinin tesiri altında kaldı. Bu yüzden 1903 yılında Paris’e kaçtı. Henüz çok genç ve çevresindekilerin tesiri altında kalabilecek yaşta olan Yahya Kemal, Paris’e gittiğinde Jön Türkler arasına katıldı. Orada bir yıl müddetle de Meaux’ya devam etti.
1904 yılında Siyasi İlimler Okulu’nun dış siyaset bölümüne yazıldı. Kendisi bu günlerini şu şekilde anlatıyor: İstanbul’dan çıkarken zaten dine karşı kafamda şedit bir aksülamel vardı. Hariçte dinsizliğim arttı. 1904 senesi Paris’te kilise ve din düşmanlığının azdığı ve sosyalist cereyanın sert bir rüzgâr gibi estiği bir seneydi. Mitinglere, nümayişlere karışıyordum. Sokaklarda İnternationel’i dinlerken kalbim geniş bir insanlık sevgisiyle doluyordu. Gözlerim yaşarıyordu.”
Bu dönemde Servet-i Fünun şiirinin taklit bir şiir olduğu kanaatine vararak bu akımdan soğumaya başladı. Bundan sonra ünlü tarihçi Albert Sorel’in öğrencisi oldu. Hayranı olduğu bu ünlü tarihçinin tesiriyle tarihe büyük bir ilgi duydu. Böylece “tarih içinde Türklüğü aramak ve bulmak” hevesine kapıldı. Artık kendisini büyük bir ilgiyle tarihe kaptıran Yahya Kemal, çeşitli konferanslara devam ederek, tarihi eserleri okumağa ve araştırmağa yöneldi.
14 Temmuz 1906’da Paris’ten Londra’ya giderek iki ay kadar orada kaldı. Bu süre içinde Londra’da bulunan ve Türk Edebiyatında Şair-i Azam diye anılan “Makber” şairi Abdülhak Hâmid ile birkaç defa buluşarak görüştü.
Aynı sene içinde Londra’dan Belçika’ya giderek Osten’de ve Brüksel’de bir süre kaldıktan sonra oradan tekrar Paris’e dönen Yahya Kemal, burada Arapça ve Farsça üzerine de çalışmalar yaptı. Böylece Divan şiirini okuyup anlamaya çalıştı. Türk şiirini ve klasiklerini Paris’te öğrenerek, etkili olduğu tarzda derin bir hazla mısralar söylemeğe başladı.
1910 senesinde Paris’ten Cenevre’ye gelen Yahya Kemal, o yazı Cenevre’de geçirdi. Bundan sonra İsviçre’nin çeşitli bölgelerine ve Britanya’ya seyahatleri oldu.
1912 ilkbaharında ise, kuvvetli bir tarih, edebiyat kültürü ile beslenmiş olan milli bir şuurla İstanbul’a döndü. “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eseri bu kültür ve şuurun bir ürünüdür.. Yahya Kemal tam on yıl İstanbul’dan ayrılmadı.
İstanbul’a dönünce, 1913 yılında Darüşşafaka Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1914’de Sultan Selim’de açılan Medresetülvaizin’de medeniyet tarihi dersleri verdi.
1916 ile 1919 yılları arasında İstanbul Darülfünun’unda medeniyet tarihi, Batı Edebiyatı tarihi kürsülerinde vazife yaptı. Bu arada bir taraftan yeni şiirler, bir taraftan da, klasik şiirler yazıyordu. Daha sonra bu klasik şiirlerini “Eski Şiiri Rüzgârıyla” adlı kitapta topladı.
Yahya Kemal, mütarekeden sonra arkadaşları ve öğrencileriyle Milli Mücadeleyi destekledi, hatta bu alanda bazı faaliyetlerde de bulundu.
Başyazarı olduğu Ati Gazetesi’nde ve Tevhid-i Efkâr, Hâkimiyet-i Milliye gibi gazetelerde, arkadaşlarıyla birlikte yayımladığı “Dergah” Mecmuasında Milli Mücadeleyi kutsal sayan ve teşvik eden yazılar yayımladı.
1921 yılında hastalığından dolayı bir ara İstanbul’dan Burgaz’a, oradan da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya gitti. İstanbul’a dönen Yahya Kemal, 1922’de Bursa’ya gitti. Bursa’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştı..
Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edildi. Aynı yıl müşavir üye olarak Lozan Konferansı murahhas heyetine seçildi. Daha sonra İsmet Paşa ile birlikte İstanbul’a ve oradan da Lozan’a gitti. Lozan’da iki buçuk ay kaldıktan sonra Ankara’ya döndü.
1923 yılının sonbaharında Urfa Mebusu olarak TBMM’ye girdi. 1924 senesinde Paris’e, Viyana’ya ve Budapeşte’ye kısa süreli seyahatler yaptı. Yahya Kemal, Cumhuriyetten sonra dış memleketlerde elçilik yaptı.
1926 yılında Polonya, 1929’da İspanya ve 1931’de de Portekiz elçisi olarak görevlendirildi. 1934’te önce Yozgat, sonra Tekirdağ milletvekilliğine seçildi. İki devre Tekirdağ mebusluğundan sonra 1936 yılında İstanbul’da yapılan kısmi seçimi kazanarak İstanbul milletvekili oldu. 1947’de de Pakistan’a büyükelçi olarak tayin edildi. 1949 yılına kadar bu görevde kaldı ve emekli olarak yurda döndü.
1949’dan 1957 yılına kadar İstanbul’a istirahate çekilen ve yazı hayatını sürdüren Yahya Kemal, 1957’de geçirmiş olduğu bağırsak rahatsızlığını tedavi ettirmek için Paris’e gitti. Orda bir süre tedavi olup döndü.
Tedavi için yattığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde 74 yaşındayken 1 Kasım 1958 Salı sabahı saat 9.50’de hayata gözlerini yumar. Yastığının altında buruşuk bir kağıda kurşun kalemle şu beyti yazmıştır:
Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin
Bir çare yok mudur buna Ya Rabbel âlemin
2 Kasım günü bayrağa sarılı cenazesi Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra vasiyeti gereği Rumelihisarı Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir. Mezarı kapıdan üç beş metre ilerde, sol taraftadır.
Ölümünden sonra dostları ve hayranları tarafından bir Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti kurulduğu gibi İstanbul Fetih Cemiyeti’ne bağlı bir de Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi açıldı.
Son sözü, Baki’nin: “Allah’adır tevekkülümüz, itimadımız. “mısraı olmuştur.
Mezar taşında, Şirazlı Hafız için söylediği şu mısralar yazılıdır:
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında yatan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
İlk yorum yapan olun