
Bugün benim on ikinci doğum günüm. “Baran” diye seslendi sanayide çırağı olarak çalıştığım oto tamircisi ustam, “arabaların altına girme zamanın geldi artık.” On ikinci doğum günümde yüz elli bin liralık bir arabanın altına girdim elimde ingiliz anahtarıyla. Bir kedi sokuldu yanıma o anda ve bana bir çırpıda öğretiverdi arabaların altında durulacak açıyı ve çekilecek acıyı…
Üç ay önce Diyarbakır`dan göçtük İzmir`e. Doğal olmayan bir afette, -bir çatışmada- evimiz başımıza yıkılmıştı ve bir yerlerde bundan mutluluk duyan insanların sayısı çoğalmıştı. Siz de haklısınız; gazeteler, televizyonlar ve siyasetçiler varken bir çocuğa niye inanasınız…
İzmir`e geldiğimizde tam bir ay denizi görmedim. İki ablam var; onlarla Konak`a indik bir pazar günü ve “deniiiz” diye bağırarak koştuk üçümüz de iskeleden yana. Ah, o sevinçli telaşımızı görmeliydiniz! Sonra, ne mi oldu? Aklıma Dicle Nehri geldi ve gülümsemem buruklaştı bir anda. Dicle Nehri oldum ve Ege Denizi`ne dökülüverdim acıyla. Bir nehir bir denize kanaya kanaya da dökülürmüş meğer; bir çocuğun gözyaşları, bir nehrin bitiminden denize süzülürmüş…
Akrabamızın yanına yerleştik buraya geldiğimiz ilk gün. Biri penceresiz olmak üzere üç odası vardı evinin ve biz karanlık bir odada altı nüfus uyuyorduk geceleri. Benden on bir ay küçük bir erkek kardeşim var, adı Fırat. Ablam Rojin on dört yaşında, büyük ablam Delal ise on altısında. On sekizinden küçüklere çocuk deniliyormuş ya hani; ben daha bir hafta dolmadan çırak olarak işe girdim sanayide, ablalarım ikinci hafta konfeksiyon atölyesine gitmeye başladılar. Erken büyüyen çocuklarız biz; Fırat büyümesin istiyoruz, hep çocuk kalsın o…
Babam işsiz daha, annem temizliğe gitmeye başladı on günden beri. Kendi evimize çıktık; iki odalı, elli beş metrekare bir evin kiracısıyız. Mutluyuz, çünkü evimizin iki odasında da küçük de olsa birer pencere var…
Sanayide birbirlerine dini hikâyeler anlatan ustalar, bir kadın gördüklerinde, “var ya, bu karıyı önce yıkayacaksın bir güzel, sonra da…” diye başlayan cümleler kuruyorlar sırıtarak. Kalfalar, kerhanedeki fahişeleri nasıl becerdiklerini anlatıyorlar kahkahalarla. Kelli felli müşterilerden öğrendim eskortun ne anlama geldiğini. Rojin Ablam da, Delal Ablam da canımdır benim; ben kadınlara bakınca ablalarım gibi canlar görüyorum oysa…
İşe başladığım ilk gün, ustam bir tokat çarptı yüzüme. Yüzüm kıpkırmızı oldu ve “hoş geldin” demekmiş bu! Yemek molasından bir iki dakika geç döndüm diye yumurtalıklarımdan taraf bütün gücüyle tekme attı dün. Canım çok yandı ve herkesin gözü önünde, bir kedi gibi çırpındım yerde. Ben acıdan geberirken, ustam çaycıya , “birader, bana orta şekerli bir kahve” dedi istifini bozmadan.İki gündür evdeki helada ve atölyedeki pisuvarda kan işiyorum, kan!
“Ustan biraz sinirli bir adam, ama şanslısın, ustalığı iyidir ve yanında yetişirsen kurtarırsın kendini Baran” diyor sanayidekiler. Kendisini kurtarması için bir çocuğun, dayaklara, küfürlere katlanması, Diyarbakırlı diye terörist olarak anılması… Bir usta demişti ki, “babanla konuşayım da seni bana emanet etsin, benim evde kalırsan karnın daha çok doyar.” Babama her ay harçlık da yollayacakmış! Bir daha dükkanının yakınından bile geçmedim o aşağılık herifin!
İzmir`i çok sevdim ve Diyarbakır`ı çok özlüyorum. Bir çocuğun göç ettiği şehri sevmesi ve memleketini özlemesi; İzmir de, Diyarbakır da birbirine düşkün iki kardeş kurduğum hayallerde…
Babamın sigarasını ben alıyorum en ucuzundan. Her gün bir paket sigara içince, bana iki numara küçük gelen ayakkabımı giymeye devam ediyorum. Delal Ablam dedi, “az daha dayan, sana en güzel ayakkabıyı alacağım Baran.” Kardeşim, ablalarım, hepimiz hoş tutuyoruz babamızı. Alışamadı daha şehre. Konak`a bir insek hep beraber, babam denizi gördüğünde İzmir`i sever diye düşünüyoruz.
Annem Kürtçe şarkılar dinliyor teypte, bir de Neşet Ertaş türküleri. Az konuşur benim annem; az konuşup çok kederlenendir. Anlıyorum annemi; bir çocuk, annesinin gözlerindeki kederi anlıyorsa, kadınları da anlıyordur. Ah, benim bir tanecik annem çok yalnız…
Ablalarım konfeksiyonda sabah sekizden akşam sekize kadar çalışıyor ve eve geldiklerinde tırnaklarımdaki kire bakıp gözleri doluyor. “Üzülmeyin” diyorum, “ne yapsam çıkmıyor bazı kirler; yapışıyor tırnaklarıma ve ruhuma…” Rojin Ablam dedi, “güzel günler göreceğiz kardeşim; yeni kitaplarımız olacak ve yeni kıyafetlerimiz. Anne babamızın ne ihtiyacı varsa, hiçbiri eksik kalmayacak…”
Fırat dedi, “ben de çırak olayım sanayide.” “Sen çocuksun “ dedim, “çocuklar çalışmaz!” Ağladı Fırat; nasıl diyeydim ona, “senin yerine ben ağlarım, çocuklar ağlamaz…”
Ben ilkokulu bitirdim. Fırat da öyle. Ablalarım ortaokul mezunu. Diyarbakır`dayken tam üç roman okudum, Yaşar Kemal`in romanlarını. İnce Memet, Ağrıdağı Efsanesi ve Kuşlar da Gitti. Ablalarım okumayı çok sever; bana dediler, “Baran, sen de oku”. Şimdi Fırat okuyor İnce Memet`i. Ben ve kardeşlerim barışın çocuklarıyız; umut ettiğimiz, özlediğimiz barışın. Birçok roman okuyacağız daha, birçok şiir, birçok öykü. Biz okudukça, giden bütün kuşlar geri dönecekler memleketlerine, İzmir`in varoşlarına, Diyarbakır`ın köylerine, can evimize…
Babam dedi anneme geçen gün, -mutfağın eşiğindeydim ve çay içiyorlardı-, “Baran`a yük oluyorum, sana ve kızlarıma. “ Annem sarıldı babama, “sen baş tacısın” dedi. “Sigarayı bırakamıyorum” dedi babam, “masrafım çok .” Annem babamın omzuna yasladı başını. “Komşuluk yok buralarda” dedi, “özledim köyümü.” “Onca yıl hamallık yaptım Diyarbakır`da, nicesinin yükünü taşıdım ama size yük oldum” dedi babam. ”Kimse yük taşıtmıyormuş İzmir`de; küstüm İzmir`e , hiç görmediğim denize küstüm” diye sitem ederken, ruhumda dağıldı o kırılgan sesi. Annem dedi, “çocuklarımız için…” Babam dedi, “baş tacısın sen ve çocuklarım…” Sustular uzunca. “Komşum olsaydı mahallede” dedi annem, “ahbabım olsaydı kahvede” dedi babam. Ah, benim canım babam, annem gibi çok yalnız…
Bugün benim on ikinci doğum günüm ve yağmur yağıyor İzmir`e. İsmimin anlamı “yağmur” demek. Öyle güzel yağıyor ki yağmur, dedim, “Allah bana hediye gönderdi gökten. Bu ilkbahar yağmurları senin olsun Baran” dedi…
On ikinci doğum gününde, bir çırak, ilk kez bir arabanın altına giriyorsa, bunu bir sigara yakıp ağlayarak kutlayacaktır…
Ah, Baran`ın yağmurları, göç yollarındaki çocukların sigara yanığı düşlerini binlerce gökkuşağıyla dolduracaktır…
İlk yorum yapan olun