
Hayatımızın bazı dönemlerinde öyle anlar olur ki, her şey birdenbire gerçekleşir. Önümüzdeki koskoca hayat bir anda küçülerek bizi seçim yapmaya zorlar. Bir Sözlük yazarının iki aşkın arasındaki çırpınışını anlatan hikayeyi paylaşıyoruz.
erkekler bu hikayenin neresinde hiçbir zaman kestiremedim ama küçük bir kadın olduğum ve büyük duygular yaşadığım yıllardaki hikayeden bahsedeceğim.
liseden yeni ayrılmış aslında tam da ayrılamadığım o dönemlerde üniversiteye başlamıştım. yanımda götürdüğüm tek şey,
ilk aşkım, ilk kavgam ve bir süre kurulan tüm sofralarda bahsedeceğim, ilk’im olan adam eren’di… daima yanımda olan, sonsuza kadar da olması gereken insandı.
tüm klişelere inat devam edecek olan, bitmesinin teklif dahi edilemeyeceği bir hikaye bir tabu gibiydi aslında, bunu da çok sonra, yani kendi ellerimizle yıktığımızda farkedecektim.
sanki tüm dünya karşıymış gibi bağlıydık o yıllar birbirimize.
lan sanki herkes bize karşıymış gibi hissederdik anlamsızca.
nitekim öyle de oldu. evren sanki cidden bir karşılık vermiş ve bekleneni önümüze koymuştu, bunu da umut karşıma çıktığında anladım.
eren ile işlerin yolunda gitmediği ama bizim bu gerçeğe inanmadığımız dönemlerde, hani olur ya sanki dünyada yaşanacak daha çok şey varmış gibi hissedersin.
işte tam o yıllar, etrafımda beni benden çok düşünürmüş gibi görünen insanlar tarafından tanıştırıldık umut’la. gittiğimiz şehrin eskilerinden, kol kanat gerip bir sürü hikaye anlatan biriydi umut. sadece o kadardı benim için, yakıştıranlara inat…
eren ile inşa ettiğimiz şeylerin üzerine, ne kadar bitmiş yıkılmış da olsa herhangi bir şey inşa etmek işten değildi. insanlar bunları çok önemser işte. aynı inşa ettikleri bir ev, taptıkları din, savundukları takım gibi… üzerine bir şey koymak veya değiştirmek zordur.
ama umut’u ben seçmemiştim ki. öylesine çıkıvermişti işte. yıkılırken bazı duvarlarım, yıkılışını bana izletircesine katılmıştı sonra hayatıma.
birdenbire.
ona olan hislerimle çok savaştım. her bana iyi hissettirdiğinde, aklıma eren ile geçirdiğimiz güzel anları getirip, umut’un tüm güzelliklerinden köşe bucak kaçmaya çalıştım. kaçtım da. çünkü sadakat ve bağlılık da bu işin raconuydu. ama insan değişiyordu işte ben bunu kaçırdım çırpınırken. ben değiştikçe de bu kavgam sürdü. ama umut’un da kavgası sürüyordu. bana istediği şeyi, benim de artık ihtiyacım olanı bana göstermek için direniyordu.
ben çoktan bitmiş bir aşkın yıkıntılarını toparlayıp üst üste koymaya çalışırken o da yepyeni bir inşa için benden yardım istiyordu.
eren de o yıl üniversiteyi kazanmış güney’de yepyeni bir hayata başlamıştı. değişiyorduk, tek sorunumuz bunu farkedememekti.
bir gün kampüsün bana göre en saklı köşesinde oturmuş, eren ile birbirimize verdiğimiz o minik kozalağa bakıp kendimle yüzleşmeyi denedim.

çam ağaçlarıyla kaplı bir sokakta toplamıştık onları. eren hayatımın en güzel yerindeydi, hala.ama o kadardı. büyümemişti o kozalak, yeni yollar keşfedememiştik. umutlar tükenmiş, titanik’in kemancılarına dönmüştük bir süre sonra.
tükenen tüm umutların yanında umut ile bilmediğim şehrin sokaklarında çoktan sarhoş olup hikayeler biriktirmiştik bir yandan.

hazmedemediğim kadar yeni olan bu duruma ise eren bir gün “ne dersen haklısın”dediğinde inandım.
haklı olacak kadar bitmişti her şey. ne dersem diyeyim haklı olduğum bir durum… aslında bana göre bu kadar haksızken her şeyin cevabıydı.
yıllar geçti üstünden. hala bulamadım ya aslında cevabını. neden vazgeçip neye bağlandığımı bir türlü çözemedim. ya da bağlanmak için vazgeçmem gerekenleri bir türlü hayatımdan çıkaramadım.
öyle bir şeydi benim için iki aşkın ortasında kalmak. hikayenin sonunu belki yine bu kadar yıl geçtikten sonra paylaşırım. şimdilik, umudun her çıkmazda var olduğunu söyleyebilirim ve en çıkmaz sokakta bile güzel çam ağaçlarının…
İlk yorum yapan olun