
Aşk Pazarı
Zamanın birinde yaşlı bir köylü bir bilgenin yanına gitmiş. Herkes oturmuş bilgeyi dinlediğini görünce, kendine bir yer bulmuş o da bilgeyi dinlemeye başlamış.
Bilge aşktan bahsediyormuş.
“Kuru bir ağaç olmaktansa yeşil bir çalı olmak daha iyidir. Aşksız insan Kuru köhne bir ağaca benzer. Ne gölgesinde oturan olur, ne de yakınından geçen… Ancak yakmaya yarar. Aşksız insan da kuru ağaca benzer. Dostu, arkadaşı olmaz. Hep yalnız kalmaya mahkûm olur.
Gelin aşık olun! Aşkı arayın bulun! Gönlünüze yerleştirin. Gönlünüz şenlendirin. Yaşamınız güllük gülistanlık olsun! Onunla da yetinmeyin Ara sıra aşkınız için ağlayın. Gönlünüzde diktiğiniz aşk fidelerini aşkın pınarıyla sulayın.
Hiçbir şey bulamazsanız bir ağaca, bir hayvana, bir kuşa aşık olun!” diye etrafındaki insanlara nasihatlerde bulunuyordu.
Bilgeyi dinleyen insanların arasında yaşlı bir köylü ayağa kalktı. Boynunu büktü Bilgeye baktı.
“Bilgem ben sizin dediğiniz kuru ağaçlardan biriyim. Hayatımda hiç ama hiçbir şeyi sevemedim. Daha doğrusu ne etsem ne yapsam da sevemiyorum. Ne yapmalıyım?” diye sordu.
Bilge, Adama baktı tebessüm etti. Mahcubiyetini beğendi. Onu yanına çağırdı. Yanına Oturmasını söyledi. Köylü Bilgenin dediğini yaptı. Hiç itiraz etmeden yanına gitti oturdu. Bilge adama döndü:
“Hayatta hiç bir şey sana güzel görünmedi mi? Hiçbir şeyi sevmedin mi?
“Adam, mahcubiyetten kafasını önüne eğer:
“Hayır efendim!”
“Anneni babanı da mı sevmedin?
“Hayır!”
“Eşini?”
“…!”
“Çocuklarını?…”
“….!”
“Evdeki hayvanlarından birini?…”
Bilge hayvanlardan sözederken köylünün gözleri ışıldar. Kafasını kaldırır Bilgeye bakar:
“Evet…. Evet… Galiba bir hayvana karşı az da olsa ilgim var. Geçen gün doğan buzağıyı her ahıra gittiğimde bir ayrı tımar ediyorum. Bir ayrı itina gösteriyorum. Bazen annesinden sütü az geldiği zaman ona süt veriyorum. Acaba aşk bu mudur efendim?”
Bilge adamda bir ışık yakalmış gibi elini köylünün omzundan atar:
“Aşk değil de, aşkın doğması için bir kıvılcım olabilir…. Bak, sevdiğin bir şey bulduk! Sadece içindeki aşkı uykuda bırakmışsın! Yapacağın tek şey onu uyandırmak!” dedi.
Köylü Bilgenin bu keşfine katkıda bulunmak istedi.
“Aşk dediğin buzağıyı sevmek misidir Bilgem!”
“Evet! neden olmasın! “
“Peki ne yapmalıyım?”
“Git sevmeye devam et! Daha fazla ilgilen. Daha fazla sevmeye çalış!” Demiş.
Köylü mutlu bir şekilde evin yolunu tutmuş. O günden sonra ahırdaki buzağıyı daha çok sevmeye başlamış. Tımar ederken ötekilerden farklı ve uzun süre tımarlamış. Bazen buzağı ile oynamış, onunla vakit geçirmiş.
Bir süre sonra Buzağının annesi İneği sevmeye başlamış.
Onun hergün hiç itiraz etmeden süt verdiğini, peynirini, yağını ineğin sütünden elde edildiğini hatırlamış.
Buzağıya gösterdiği ilgiyi ineğe de göstermeye başlamış. İneğe diğerlerinden biraz daha yem vermiş. Yavrusuyla daha fazla vakit geçirmesine izin vermiş.
Daha sonra hemen köşede kendisine bakan eşeği farketmiş. Onu tarlaya götürüp getiren, kışlık odunları taşıyan, Buğdayları değirmene taşıyıp öğüttükten sonra getiren, evdeki insanlara durmadan hizmet eden ve asla hiçbir istekte bulunmayan eşeği İhmal ettiğini düşünmüş. Artık eşeğin tımarında ve yeminde daha bir özen göstermeye başlamış.
Sonra Evin bahçesine çıkmış. Bahçede o güne kadar hiç dikkat etmediği güllere bakmış. Sanki ilk defa görmüş gibi her bir gülü okşamış, sevmiş, mis kokan güllerini o güne kadar göremediği için kendi kendine kızmış.
Gülleri tek tek koklayarak onlarla konuşmuş. Bahçede bu duygularla gezerken, Bahçenin bir köşesinde gülleri sulayan kızını farketmiş. “Demek bu güller her gün düzenli olarak sulanmış ki, bu kadar güzel açıyor!” demiş içinden. Bir de bakmış ki küçük kızı gülleri suluyor. Kızının yanına gitmiş, kızı babasından korktuğu için gözleri korkuyla bakmaya başlamış.
Kızı Minicik elleriyle gülleri sularken güllerin dikenlerinden kanayan pamuk ellerini farketmiş. Hemen kızını kucaklamış onun sevmiş, kanayan elini bir bezle sarmış. Kızı ilk defa babasının sevgisini tatmış, babasının boynuna sarılmış yanaklarına bir öpücük kondurmuş. Bütün bunlar olurken oğlu içeriden çıkmış koşarak gelmiş, babasının eline yapışmış. İkisini de kucaklayarak içeri girmiş.
Kendine çok kızmış.”Dünyalar tatlısı şu iki çocuğumu nasıl görememişim. Onları nasıl yok saymışım!” demiş.
Evin salonunda, ocakta ekmek yapan eşine bakmış. Hergün sofrasını kuran, evi temiz tutan, çocukları şefkatle yetiştiren eşini seyretmeye başlamış. Çocuklar babalarının sevgisiyle odalarına çekilip cıvıl cıvıl oynamaya giderken evde bir huzur filizi canlanmaya başlamış. Her zaman babalarından korkarak sessizce odalarında oynayan çocuklar; şen şakrak birbiriyle şakalaşmaya başlamışlar. Evin içerisinde çocuk sesleri gelmeye başlamış.
Adam eşini yanına gitmiş, bir süre eşine bakmış, onu seyretmeye koyulmuş.
Eşini şaşkın bakışları arasında elini almış sevgiyle sıkmış, ona gülümsemiş. Eşin önce şaşırmış. Evde hiç yüzü gülmeyen, çocuklarını, eşini görmeyen adamın yüzünde bir Mutluluk belirtisi sezmiş. Kendisine gösterdiği sevgi kadını mutlu etmeye yetmiş. Artık ekmekleri daha bir aşkla ve ihtimamla yapmaya başlamış. Eşinden defalarca özür dilemiş.
Ertesi gün koşarak Bilgeye gitmiş. Bilge, her zamanki gibi insanlara aşktan bahsederken kapıda köylüyü görmüş. Köylünün o eski somurtkan, dünyadan bezmiş, kendisiyle kavgalıymış gibi duran hali gitmiş, gülen, hayat dolu bir yüz gelmiş.
Köylü odada oturanların arasından iki adımda sıyrılarak Bilgenin yanına varır. Bilgenin elini minnetle sıkar.
-Senin sayende gözlerim açıldı, meğer yıllarca kör kuyudaymışım, yeni gün yüzüne çıktım. Evimde huzur yoktu, huzur buldum. Çocuklarım ilk defa bana sarıldı, benimle oynadılar. Yıllardır benim kahrımı çeken, hayatını bize adayan eşimin elinden tutum, onun gözlerindeki mutluluğu gördüm.” Demiş.
Bilge tebessüm eder, odada kendisini dinleyenlere seslenir:
-İşte aşk budur. Aşk kör gözlere ışık verir. Aşk karanlıkta yürüyenlere ışık olur. Aşkın olduğu yerde ebedi huzur ve sevinç vardır. Barış vardır, kardeşlik ve gerçek dostluklar vardır.”
Sora döner köylüye sorar:
-Aşık olmayı nasıl başardın, anlatır mısın? Der.
Köylü odadaki insanlara ışıl ışıl gözlerle gülümseyerek bakar:
-“ Önce ahırdaki buzağı ile başladım. Sonra baktım inek bana mahzun mahzun bakıyor. Sitem ediyor. Onu da sevmeye başladım. Bir köşede sessizce duran ve bütün ağır işlerimizi gören Eşeği gördüm. Onun da gözlerinde sitemi okudum onu da sevdim. Sonra her gün içinde gezdiğim fakat bir türlü güzelliğinin farkına varamadığım bahçemdeki güller seyretmeye başladım. Hepsi renk renk, envai çeşit kokularıyla insanı mest ediyordu. Gülleri tek tek gözden geçirirken onları sulayan kızımı farkettim. Gülleri sularken küçücük eline bir gülün dikeni batmış kanadığını gördüm. Koştum kızımı kucakladım. Elini sardım. Birden farkına vardım ki, kızımı doğduğundan beri hiç sevmemişim. Kızımı kokladım öptüm. Sonra bizi gören oğlum içeride koşarak geldi kucağıma zıpladı. İkisini birden sevmeye başladım. O güne kadar hiç yapmadığım şeyleri yapmaya başladım ve bu bana büyük bir mutluluk ve iç huzur veriyordu. İçeri geçtim. Evlendiğimiz günden beri evi ve çocukları için kendini unutan, Kendini bize adayan eşimi akşama ekmek yetiştirmeye çalışırken gördüm. Çocukları bıraktım ona koştum. Elini avucuma aldım, ona gülümsedim. Onunla hayal edemeyeceğim kadar mutlu olduk. Ve şunu anladım ki; Bilgemin söylediği gibi “Aşk”sız insan kuru bir ağaçtan farksızmış. Ben o güne kadar kuru bir ağaç gibi yaşamışım. İçindeki aşkı yüreğimin derinliklerine atmışım da farkında değilmişim. Bilgemin sayesinde İçimdeki mahzene attığım aşkı bulup çıkardım ve şimdi çok mutluyum!” der.
O günden sonra aşkı çoğalarak devam etti. Artık herşeyi sevmeye başlamıştı. Gecenin karanlıklarını aydınlığa kavuşturan Güneşi sevdi. Geceleri Güneşten aldığı ışığı dünya ile paylaşan ay’ı sevdi. Karanlıklarda her tarafa serpiştirilmiş yıldızları sevdi. Akrabalarını, komşusunu sevemeye başladı. Yerde gökte ve hayalde ne varsa hepsini sevdi. Sevdikçe sevgisi çoğaldı. Çoğaldıkça kalbi huzurla doldu. Kalbi aşkla doluyordu ama hala boşluk vardı. Bir türlü dolmuyordu.
Bir gün Yağmur yağarken su damlacıklarını seyrediyordu. Kafasını gökyüzüne kaldırdı; “Bu damlacıklar nasıl yukarıdan nerelerden geliyor acaba? Yoksa ay’dan mı? Diye düşündü. Öyle olsaydı, yağmur yağarken ay kaybolmazdı! Bir ara yağmurun neye yaradığını düşündü. Saydı, saydı, bir türlü yararlarını bitiremedi. Sonra…. Güller, çiçekler, otlar ağaçlar, canlılar aklına geldi. Meyvelerin tadı, lezzetlerini nerden aldıkları aklına takıldı. Renklerin nasıl bu kadar ahenkli ve ayrı kokulara büründüğünü düşünmeye başladı.
Aklına bir soru geldi;
“Bunlar hepsi tesadüf mü?” Dedi durdu. Kafasını iki yana salladı “Hayır!” dedi. Aklı karıştı. İnsanların ana rahminden ölüme kadar olan yolculuğunu düşündü. Doğada her ne varsa yalnız insanlar için yaratıldığını farketti.
“İyi ama insan bu kadarını hakedecek ne yapıyor?” diye düşünürken, İçeride eşin elinde bir parça ekmekle yanına gelir. Bal ve tereyağı sürülmüş ekmeği eşine uzatır. Köylü karmaşık düşünceler içerisinden kendine geldi, bir uykudan uyanmış gibi eşine baktı, gülümsedi, eşine teşekkür etti.
Bal ve tereyağı sürülmüş ekmeği tam yiyecekken durdu, ekmeği ve üzerindeki balı ve tereyağına baktı.
“Şu anda ekmeğe sürülmüş şu balı arı ne zahmetlerle yapmış olmalı, ama ben bir lokmada yiyorum. Arılar, bir lokma balı yapmak için önce bal mumunu hazırlar, kusursuz ölçülerde hücreler inşa eder. Sonra kilometrelerce araziyi tarar, çiçek özlerini midesine indirir. Onu midesinde olgunlaştırır, sonra getirir damla damla hücrelere bırakır.
Tereyağı da aynı… Hayvan akşama kadar temiz ve şifalı otlarla beslenir bize getirir. Sütün kısa bir yolculuğu ve işlenişi ile soframıza, yemeğimize katık olur.
Kısacası herşey biz insanlar için var. Biz insanın özelliği ne? Arı kendine yetecek kadar bal yaparak kendi yiyebilir. Hayvanlar kendi yavrusuna yetecek kadar süt yapabilir!” Der, ekmeği elinde kalakalır. Doğruca Bilgenin yanına gider. Kafasındaki soruların cevabını bulmalıyım, diye düşünür.
Bilgenin evinin kapısını çalar. Her zaman açık olan kapı o gün kapalıymış. “Bilgeye bir şey oldu!” diye telaşlanmış. Biraz bekler, kapı hafifçe aralanır, iki ayağı dizlerinden itibaren olmayan yaşlı bir adam kafasını kapının aralığında çıkarır.
-Buyrun! Diye sorar:
-Bilgeyi ziyaret edecektim. Evde yok mu? Diye sorar.
-Evde, ama bugün Bilge sizi kabul etmek istemiyor. Soruların cevabını kendisi bulsun diyor.
Köylü şaşırır. Ona soru soracağımı nerden biliyor! Diye düşünür. Hayretle evine geri dönmek ister. Tam sokağın başına geldiğinde köşede küçük bir kız çocuğu görür. Saçları, yüzü kirden görünmez halde ona bakıyor. Ayakları çıplak, entarisi yırtık kız, köylünün elindeki ekmeğe bakıyor. Köylü ekmeğe hiç dokunmadan kızın eline verir. Kızın saçlarını okşar, çekip gider.
Eskiden olsa o ekmeği vermek şöyle dursun, belki de tokatlardı. Şimdi yüreğim neden böyle yumuşadı acaba? Diye kendine hayret eder, sorunun cevabını bulamadan evine gelir.
O günden sonra yüreğinden aşk fışkırmaya başlar. Balı insana sunmak için sayısız çiçek yaratana, çiçekten balı getiren arıya can veren Rabbine aşık olur. Artık nereye baksa aşık olduğu Rabbini görür. Hangi yana dönse onun eserine rastladığını anlar.
Herşeyi insanlar için yaratan tek aşkını bulmuştu. Aşıktı artık.
Hem de aşkın sahibine aşıktı.
Bazen sitem, bazen naz, bazen de yalvarma, bazen bir kıskançlık yarışı ile aşk deryasında yüzerek yaşamaya başladı.
Sonra döndü Fuzuli’nin iki mısrasıyla içindeki aşkın zaferini ilan etti:
Bende Mecnun’dan daha fazla aşk var
Sadık âşık benim, Mecnun’un sadece adı var.
Bilal Civelek
İlk yorum yapan olun