
Günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi.
Perilerden daha güzeldi. Adını Oğuz koydular. Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü emdi ve bir daha emmedi. Çiğ et ve çorba istedi. Dile gelmeye başladı, kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı. At sürüleri güder, ata biner ve avlanırdı. Günlerden ve gecelerden sonra yiğit oldu.
Oğuz’un avlanıp at güttüğü yerde büyük bir orman vardı. Bu ormanın içinde büyük bir gergedan vardı. At sürülerini ve halkı yerdi. Büyük ve yaman bir canavardı. Oğuz Kağan, cesur bir adamdı. Bu gergedanı avlamak istedi.
Günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Bir geyik avladı, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve gitti. Sonra sabah oldu. Güneş doğarken yine geldi ve gördü ki gergedan geyiği yemiş. Sonra Oğuz bir ayı avladı, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı, gitti. Yine sabah oldu. Güneş oğarken yine geldi ve gördü ki gergedan ayıyı da yemiş. Bu sefer Oğuz, kendisi ağacın altında beklemeye karar verdi. Her seferinde orada yiyecek bulan gergedan nasıl olsa yine gelecekti. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz mızrak ile gergedanın başına vurdu ve onu öldürdü.
Gergedanın ölümünü duyan halkın arasında Oğuz’un yiğitliği dilden dile dolaşmaya başladı…
Oğuz, zaman zaman dağ başlarına veya ormanın derinliklerine çekilip tek başına ibadet ederdi. Bir gün yine tenha bir yere çekilmiş Tanrı’ya dua ediyordu. Birden bire gün ortasında ortalık karardı. Gökten, güneşten ve aydan daha parlak bir ışık indi. Bu ışığın içinden güzel mi güzel bir kız çıktı. Oğuz, saçları sırma gibi dişleri inci gibi olan bu kızı görür görmez sevdi.
Obasına götürdüğü bu kızla evlendi. Oğuz’un bu kızdan üç oğlu oldu. Bunlara Gün, Ay ve Yıldız adını verdi. Yıllar geçti. Bir gün avlanırken bir gölün ortasındaki ağacın kovuğunda çok güzel bir kız gördü. Aklı başından gitti. Onu sevdi ve onunla evlendi. Oğuz’un bu kızdan üç oğlu daha oldu. Bunlara da Gök, Dağ ve Deniz isimlerini verdi. Oğuz Kağan büyük bir toy (şölen) verdi. Bütün halkı toya çağırdı. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı.
Türlü yemekler, türlü içecekler, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Oğuz Kağan, beylere ve halka buyruk (konuşma) verdi:
“Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse gazaba gelirim. Onu düşman bilirim. Onunla savaşır ve yok ettiririm.” dedi.
Oğuz’un emirleri dört bir yana elçiler gönderilip duyuruldu. Sağ taraftaki Altın Kağan, Oğuz Kağan’ı başbuğ (başkan, komutan) bilerek ona itaat etti. Sol yönde bulunan Urum Kağan, Oğuz Kağan’ı dinlemedi. Bunun üzerine Oğuz Kağan, Urum Kağan’ın üzerine sefer düzenledi. Ordusuyla kırk gün sonra Buz Dağı’nın eteklerine varıp çadır kurdu. Sabaha doğru Oğuz Kağan’ın çadırına bir ışık girdi. Işığın içinde gök (mavi) tüylü, gök yeleli bir kurt vardı. Kurt, Oğuz Kağan’a:
“Ey Oğuz! Sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz! Ben senin önünde
yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü, gök yeleli büyük kurt kara dağın eteğinde durdu. Burada Urum Kağan’ın ordusu ile karşılaştılar. Savaşıp onu yendiler.
Oğuz Kağan’ın ak saçlı, ak sakallı Uluğ Türk adında bilge bir veziri(yardımcısı) vardı. Uluğ Türk bir gece rüyasında doğudan batıya doğru giden bir altın yay gördü. Bunun üzerine Oğuz, oğullarını çağırıp avlanmalarını istedi. Büyükler doğuya, küçükler batıya doğru ava çıktılar.
Gün, Ay, Yıldız yolda bir altın yay; Gök, Dağ, Deniz de yolları üzerinde üç gümüş ok bularak dönüp babalarına getirdiler. Buna çok sevinen Oğuz Kağan, okların her birini küçük oğullarının birisine verdi: “Yay oku atar, oklar yaya tabidir, onu atarken de öyle olunuz. Sizin adınız Üçok olsun.” dedi. Sonra da dönüp altın yayı üçe bölerek her parçasını büyük oğullarından birisine verdi: Bunlara da Bozoklar, dedi.
Daha sonra Oğuz Kağan, altı ok çıkartıp hepsini birden oğullarına uzattı:
“Bunları alın ve hepsini birlikte kırın.” dedi.
Oğulları altı oku birden kıramadılar. Bunun üzerine Oğuz Kağan, okları teker teker onlara verip:
“Hadi şimdi kırın.” dedi.
Bu defa hepsi de okları kırdılar. Bunun üzerine Oğuz Kağan:
“Tek tek ayrılırsanız yenilirsiniz ama bu altı ok gibi birlik olursanız kimse sizi yenemez.” dedi.
Oğuz Kağan iyice yaşlanmıştı. Bir gün büyük kurultayı (meclis) topladı. Herkesi yedirip içirdi. Çadırının sağ tarafına kırk kulaç uzunluğunda bir sırık diktirdi. Sırığın sağ tarafına Bozokları, sol tarafına Üçokları oturttu.
Oğuz Kağan:
“Ey oğullarım, çok yaşadım, çok savaşlar gördüm. Çok ok attım, kılıç salladım, ata bindim. Düşmanlarımı ağlatıp dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı’ya borcumu ödedim. Sizlere de yurdumu veriyorum. Burada mutlu ve huzurlu yaşayın. Gök Tanrı’nın buyruğundan çıkmayın.” dedi.
Oğuz Kağan, bu öğütleri verdikten sonra gök renkli gözlerini kapadı.
İlk yorum yapan olun