
İsterseniz bir Anadolu efsanesinden söze başlayalım ve Ankara’dan Kızılcahamam’a kadar şöyle bir uzanalım.
Az ötede Taşlıca köyü var, köyün yamacında bir taş oluk. Bir taş oluk deyip geçmeyin, oturun dinleyin:
Türk beyi, kim bilir kaçıncı kez sefere çıkar ordusuyla dağ taş, dere tepe demez aşar da aşar. Ağustos sıcağı, dudakları çatlatır, damakları kurutur. Bu sırada, boz bulanık tepelerden, ak saçlı bir ana, omzunda ayran bakracıyla görünür.
Yanık bağırların, susuz dudakların umudu olur yaşlı ana. Yaklaşır askerlere:
— Yavrularım, gazilerim! Alın ananızın ak sütü gibi için ayranımdan.
Omzundan bakracını indirir, önündeki taş oluğa döker. Asker oluğa üşüşür, taslarını doldurur.
— Doldur oğlum!
— Dolu ana.
— Doldurun yiğitlerim.
— Ana dolu.
Yaşlı ana: “Doldur” dedikçe, askerler: “Ana dolu” diyerek buz gibi ayranı doldururlar kalaylı taslara. Bir bakraç ayran, bir orduya yeter, artar bile. O günden sonra bu kutsal topraklara “Anadolu” der herkes.
Efsaneyi efsane diye atamazsın bir köşeye. Anadolu insanı, Anadolu’nun bereketini, yaşlı bir ananın bakracındaki bir ana sütü gibi ak ayranında simgelemiş, bu anada doğuran ve besleyen Anadolu’yu bulmuştur. Bu yüzden Anadolu’da, tarihin ilk gününden beri, ana sevgisiyle Anadolu sevgisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür.
Mehmet ÖNDER
İlk yorum yapan olun