
Dayım Halıdere köyünde oturur. Geçen yıl beni oraya çağırdı. Marmara Denizi kıyısında, pek yeşil ve güzel bir yer burası. Bu köyde tatilimiz iyi geçiyordu. Şeftali, elma bahçelerinde dolaşıyorduk. Denize giriyorduk. Bir gün dayım, iki arkadaşıyla balığa çıkıyordu.
– Sen de gelmek ister misin Ergin? dedi.
– İsterim, dedim sevinçle.
Oltalarını, çaparilerini hazırladılar.
Güneş batmaya başlayınca bir kayığa bindik. Balık avına ya sabah erken, ya akşama doğru çıkılırmış. Çünkü balıklar sabahleyin aç olur, yeme saldırırlarmış. Akşam da karanlık basmadan önce karınlarını doyurmaya çalışırlarmış.
Kürekleri Hüseyin Amca çekti. Kıyıdan epey açıldık. Oltaları, çaparileri denize attılar. Bunların bir uçları ellerinde. Biraz sonra dayım: ’’ Yakaladım sanırım, ’’ diye çaparisini çekti. Her çengelin ucunda bir balık! Çırpına çırpına sudan çıkıyor. Çırpındıkça gümüş renkli karınları, kaygan sırtları yalp yalp parlıyor. Çapariyi sandala aldık. Balıkları çengellerden çıkaracağız. Ben bir türlü tutamıyorum balıkları. Kaygan! çırpınıp elimden kurtuluyor. Çengelden de kolay çıkaramıyorum. Çünkü balık çengellerin ucunda, bir de tersine dönmüş çıkıntı var. Çıkarmak isteyince, bu çıkıntıya takılıyor.
’’ Zaten, diyor dayım, balığın çengelden kaçmasını önleyen de bu çıkıntı… ’’
Çapariyi boşalttık. Yeniden denize attık. Dayıma sordum:
– Bu balıkların adı ne?
– İstavrit, dedi. Bu sefer de çapariyi sen tut. Ama denize düşürme sakın. Sar eline ucunu. Sarmazsan çapariyi balık denize çekebilir.
Biraz sonra, çaparinin elimdeki ipi, pır pır titremeye başladı. Ne oluyor anlayamadım. Dayım:
– Balıklar takılmış öyleyse, dedi.
Demek ki çengele takılan balık kaçmak isteyince ipi çekiyor, titretiyordu. Çapariyi yavaş yavaş çekmeye başladık. Gene çırpınıp parlayan balıklar. ’’ Ben de balık tuttum ’’ diye sevindim.
Dayımın arkadaşları da epeyce balık tuttular. Karanlık basarken evlere döndük.
İlk yorum yapan olun