Bağbozumu

Çocukluğumuzda eşsiz bağ bozumlarını yaşardık. Ekim ayı, kasabamızın en güzel aylarından biriydi. Bu ayın ne kışın dondurucu soğuğu, ne yazın kavurucu sıcağı vardır. Güneş parlak, gök açıktır.

Rüzgârlar serin serin eser. Yağan yağmurlar, sürekli olmazlarsa bahçeleri, bağları, evleri ve sokakları yıkayan, tertemiz yapan tabiî bir banyodur.

Bu ayda, bağlarda üzümler toplanır; pekmez, pestil, sucuk ve kesme gibi isimleriyle kış tatlıları yapılır; küplere doldurulur. Bağ bozumu dolayısıyla diğer bütün kış hazırlıkları da tamamlanır.

Büyük kazanlarda kavurmalar pişirilir. Pastırma yapılır. Bulgur, yarma, döğme, nişasta, tarhana, un hazırlanır. Sebzeler kurutulur. İplere dizili biberler, haftalarca pencerelerde güneşe karşı konur. Turşu ve reçeller yapılır.

Kısacası, kasım ayı girince kış için gerekli herşey hazırlanmış olur. O vakitler, yıl demek kış demekti. Öbür mevsimler, geçim bakımından önemsenmezdi.

Bahara süt, peynir, yumurta çıkar; çeşit çeşit kır bitkileri toplanırdı. Yaza doğru dut, kiraz, vişne gözükür; yazın da kavun, karpuz, her türlü yemiş ve sebze her yanı kaplardı. Hele üzüm çıktı mı geçim daha da kolaylaşırdı.

Kışı da kurtaran yazdı o vakitler: Yazdaki o bolluk, o bereket…Yaz hayatın ta kendisiydi. Kış ise âdeta ölüm kadar ciddiye alınırdı.

Kışa sanki uzun bir yolculuğa çıkılacakmış ya da çok uzaklara gidilecekmiş gibi hazırlanılırdı. Sanki kış gelince kapılar kapanacak, dışarıyla, dış dünyayla tüm ilişkiler kesilecek zannedilir, hazırlıklar buna göre yapılırdı. Bu yüzden kış da kendine mahsus bir renk kazanırdı. Sıcak sac sobaların kıpkırmızı kesildiği halı, minder ve yastıklarla dolu kış odalarında çok farklı bir hayat vardı.

Sezai KARAKOÇ

Okumaya devam...  Altın Nine

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*