
Amerika’ya gittiğim ilk yıllar… New York’ta Medical Center Hospital’da çalışıyordum. Yeni olduğum için görevim kan almak ve laboratuvarda çalışmaktı. Bir hastaya gittim:
Yaşlıca bir adam, tahminen 75 yaşlarında.
“Kan alacağım kolunuzu açar mısınız?”dedim. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti,
“Siz Türk müsünüz?”dedim. Kaşlarını yukarı kaldırarak “hayır” manasında bir işaret yaptı.
Ama ben hâlâ merak ediyordum. “Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir? O;
“Aldırma. Öylesine bir şey işte!” dedi.
Ben yine ısrarla!
“Fakat benim için bu çok önemli çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım…” dedim.
“Siz Türk müsünüz?” dedi. “Evet Türk’üm” diye cevapladım.
İhtiyar gözlerime tanıdık bir gözle bakıp anlatmaya başladı:
Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Bizleri orada savaşmak için gemilerle getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm.
Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren neydi? Meğer bu kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.
Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar… Tekrar taarruz ediyoruz. Derken başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam… İngilizler bize Türkleri vahşi kimseler olarak tanıttı ya… Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlardı, yaralarımı sarmışlardı. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu hâldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Çok şaşırmıştım doğrusu…
Biz esirlere, misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla “Yazıklar olsun bana!” dedim. Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce…
Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bayrağın esrarı bu işte…
Ben… Gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
“Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. fiimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden yine bir Türk. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Buna bütün kalbimle inanıyorum.”
Peşinden nemli gözlerle: “Bana adınızı söyler misiniz?”
“Ömer” cevabını verdim. O: “Senin adın güzelmiş! Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra Anzaklı Ömer olsun.” dedi.
Asım YILDIRIM
İlk yorum yapan olun